Ortadoğu’nun ortasında, dünyanın vicdanını her gün yeniden sınayan bir coğrafya var: Filistin.
Bir yanda binlerce yıllık tarih, din, kimlik ve toprak iddiaları… Diğer yanda enkaz altındaki çocuklar, yıkılmış şehirler ve susmayan sirenler. İsrail-Filistin savaşı, sadece bir bölgesel çatışma değil; modern dünyanın adalet anlayışını, insanlığın sınırlarını ölçen bir aynadır.
Kökenlerdeki Ateş: Yüzyılı Aşan Bir Çatışmanın Tohumları
Bu savaşın kökleri 1948’e, hatta daha öncesine uzanır.
Osmanlı’nın yıkılışından sonra İngiltere’nin bölgeyi yönetmesi, 1917 Balfour Deklarasyonu ile “Filistin’de bir Yahudi yurdu” fikrini desteklemesi, tarih sahnesine yeni bir gerilim yazdı. O dönemde Filistin halkı, yüzyıllardır yaşadığı topraklarda nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturuyordu.
1948’de İsrail Devleti kurulduğunda yüz binlerce Filistinli evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bu olay Filistin tarihine “Nakba” — Büyük Felaket olarak geçti. Ardından gelen 1956, 1967, 1973 savaşları, 1982 Lübnan işgali, 1987 İntifadası, 2000’ler Gazze kuşatmaları… Her biri bu yarayı derinleştirdi.
Bugün yaşananların kökeninde, o yerinden edilmenin, kimliğin inkârının ve adalet arayışının gölgesi var.
Hamas: Direnişin ve Tartışmanın Sembolü
Hamas, 1987’de Birinci İntifada sırasında doğdu.
İsmi “İslami Direniş Hareketi” anlamına gelir. Başlangıçta cami çevresinde sosyal yardımlarla var oldu; ama zamanla askeri kanat kurarak silahlı direnişe yöneldi.
İsrail’e göre terör örgütüdür, Batı dünyası da genellikle bu sınıflandırmayı benimser.
Ancak Filistin halkının önemli bir kesimi için Hamas, “var olma mücadelesinin” simgesidir.
2006 seçimlerinde kazandığı zaferle Gazze’nin kontrolünü aldı. Batı Şeria’da ise rakibi El Fetih hâkimdi.
Böylece Filistin ikiye bölündü:
Batı Şeria’da diplomasi, Gazze’de silahlı direniş.
Bu ayrılık, Filistin davasını zayıflattı; İsrail için de “tek muhatap yok” bahanesi doğdu.
7 Ekim 2023: Dünyayı Sarsan Gün
Tarihler 7 Ekim 2023’ü gösterdiğinde sabahın erken saatlerinde Hamas militanları, Gazze sınırını geçti.
Roketler, paramotorlar, motosikletli baskınlar… İsrail tarihinde görülmemiş bir sürpriz saldırıydı.
Yaklaşık 1200 İsrailli öldürüldü, 250’den fazla kişi rehin alındı.
İsrail ordusu hazırlıksızdı; bazı üsler tamamen düştü. Bu olay, İsrail için “11 Eylül” etkisi yarattı.
Netanyahu yönetimi “varoluş savaşı” ilan etti. O andan itibaren Gazze, tarihin en yoğun bombardımanlarından birine maruz kaldı.
Gazze: Küle Dönen Şehir
İsrail’in karşı saldırısı acımasız bir hızla geldi.
Gazze haftalar içinde yeryüzünün en ağır insani kriz bölgelerinden biri hâline dönüştü.
Bir yılda 36 binden fazla Filistinli hayatını kaybetti, 70 binden fazla kişi yaralandı.
Elektrik kesildi, su tükendi, hastaneler yıkıldı, okullar sığınak oldu.
Binaların %80’i hasar gördü.
Bir zamanlar denize bakan sahil kenti, artık harabelerden ibaretti.
İsrail’e göre hedef “Hamas’ı yok etmekti”; ama hedef tahtasına sivil hayat oturdu.
Dünya kamuoyu tepkiliydi. Birleşmiş Milletler, “insanlık felaketi” dedi. Uluslararası Ceza Mahkemesi, olası savaş suçu ve soykırım soruşturmasını gündeme aldı.
Rehineler, Diplomasi ve İnsan Pazarlığı
Hamas’ın elindeki rehineler savaşın en dramatik boyutuydu.
Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, askerler… İsrail toplumu için hem travma hem de millî bir öfke kaynağıydı.
Kasım 2023’te Katar ve Mısır arabuluculuğuyla geçici ateşkes sağlandı.
Yaklaşık 100 rehine serbest kaldı, karşılığında 300 Filistinli tutuklu bırakıldı.
Ancak ateşkes uzun sürmedi.
Savaş yeniden başladı, rehineler yeniden pazarlık konusu oldu.
Her esir değişimi, diplomatik bir satranç hamlesine dönüştü.
2025 Ateşkesi: Barış mı, Soluk Alma mı?
Eylül 2025’te yeni bir umut doğdu.
Birleşmiş Milletler’in, Mısır ve Katar’ın arabuluculuğunda ateşkes anlaşması açıklandı.
İsrail, Gazze’nin kuzeyinden çekilmeyi kabul etti. Hamas, kalan rehineleri serbest bırakacağını açıkladı.
Gazze’ye insani yardım koridoru açıldı, BM gözetiminde yeniden inşa planı gündeme geldi.
Ama herkes biliyordu: bu “barış” değil, sadece bir ara dönemdi.
Çünkü kök sorunlar yerli yerinde duruyordu — Filistin devletinin tanınması, Kudüs’ün statüsü, mültecilerin dönüş hakkı hâlâ çözümsüzdü.
İsrail içinde aşırı sağcı siyasetçiler, barışa karşıydı. Hamas ise “direniş bitmedi” diyordu.
Savaşın İnsan Yüzü: Travma, Göç ve Kayıp
Gazze’nin yerle bir olması, sadece binaları değil; toplumun ruhunu da yıktı.
Çocuklar, savaşın içinde büyüdü. Psikolojik travma, korku, kayıp hissi her hanede.
Hastaneler dolup taştı, su kıtlığı, açlık, salgın hastalıklar yaygınlaştı.
Yüz binlerce kişi yer değiştirdi, aileler birbirinden koptu.
Savaşın en ağır yükünü kadınlar ve çocuklar taşıdı.
Bir kuşak, eğitimden ve huzurdan mahrum büyüyor.
Bu, yalnızca bir askeri yıkım değil; bir insanlık dramıdır.
Küresel Tepkiler: Dünya İkiye Bölündü
Bu savaş, dünya siyasetini de ikiye böldü.
- ABD, İsrail’in en büyük destekçisi olmaya devam etti.
Saldırılar boyunca askerî mühimmat, istihbarat ve diplomatik koruma sağladı.
ABD Başkanı, “İsrail’in kendini savunma hakkı var” diyerek açık destek verdi.
Ancak Amerikan kamuoyunda da çatlaklar oluştu: özellikle genç kuşaklar ve üniversiteler Filistin’e destek yürüyüşleri düzenledi. - Avrupa Birliği bölündü.
Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkeler başlangıçta İsrail’in yanında yer aldı.
Ancak savaşın ilerleyen dönemlerinde İspanya, İrlanda, Norveç gibi ülkeler Filistin’i resmen tanıdı.
İspanya Başbakanı, “Filistin’in tanınması tarihi bir sorumluluktur” diyerek İsrail’e silah satışını durdurdu.
Bu adım, Avrupa’da ciddi diplomatik tartışma yarattı. - Latin Amerika ülkeleri — özellikle Kolombiya, Şili ve Brezilya — Filistin halkına destek açıklamaları yaptı.
Kolombiya, İsrail’le diplomatik ilişkilerini askıya aldı. - Arap dünyası tepkisini dile getirdi ama sahada sınırlı etki gösterdi.
Mısır, Katar ve Ürdün arabuluculuk rolü üstlendi; Suudi Arabistan daha temkinli davrandı. - Türkiye, savaşın ilk günlerinden itibaren sert tepki gösterdi.
Cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan açıklamalarda, sivillere yönelik saldırılar kınandı.
Türkiye hem diplomatik girişimlerde bulundu hem de Gazze’ye büyük ölçekli insani yardım gönderdi. - Birleşmiş Milletler, savaş boyunca defalarca acil ateşkes çağrısı yaptı ama veto duvarına çarptı.
ABD’nin Güvenlik Konseyi’ndeki vetoları, kararların uygulanmasını engelledi.
Uluslararası Hukuk ve Soykırım Tartışmaları
Gazze’deki yıkım, insan hakları hukukunun sınırlarını zorladı.
Sivil alanların bombalanması, hastanelerin hedef alınması, zorunlu göç, temel ihtiyaçların engellenmesi gibi olaylar, “soykırım” suçlamalarını gündeme taşıdı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, 2024 sonunda İsrail ve Hamas yetkilileri hakkında soruşturma başlattı.
Dünya kamuoyunda hukuk, artık savaşın yeni cephesi hâline geldi.
Geleceğin Haritası: Barışın İmkanı Var mı?
2025 ateşkesi, bir umut kıvılcımı doğurdu ama kimse o kıvılcımın uzun süreceğine inanmıyor.
Gazze’nin yeniden inşası on yıllar alacak.
Hamas’ın gücü kırılmış görünse de, ideolojik olarak hâlâ canlı.
İsrail iç siyasetinde radikal sağ iktidarda olduğu sürece, barış vizyonu zayıf kalacak.
Bölge ülkeleri, özellikle Türkiye, Mısır, Katar, gelecekteki müzakerelerde belirleyici rol oynayacak.
Ama Filistin halkının kendi iç birliğini sağlamadan, hiçbir barış kalıcı olamayacak.
Sonuç: Küller Üzerinde Umut
İsrail-Filistin savaşı, 21. yüzyılın vicdan testidir.
Bir yanda korku ve intikam döngüsü, diğer yanda umut ve direnç.
Savaşın kazananı yok — ama kaybedeni belli: siviller.
Her patlama, her yıkım, her kayıp; insanlığın bir parçasını eksiltiyor.
Kalıcı barış, silahlarla değil, adaletle mümkündür.
O adalet sağlanmadıkça, bu topraklar sadece kan değil, sessizliğin yankısıyla sulanmaya devam edecek.

